Güneşin Afrika toprağını kucakladığı o sıcak sabah, Dar es Selam Havalimanı’na indiğimizde, hayatımı değiştirecek bir yolculuğun başladığını henüz bilmiyordum. ABD’li meslektaşım ve değerli dostum Dr. Kiran Dintyala ile birlikte, Tanzanya Sağlık Bakanlığı’nın daveti üzerine çıktığımız bu yolculuk, sadece bir konferans deneyimi değil, adeta bir içsel keşif serüvenine dönüştü ve mesleğime ve hayata bakışıma derin izler bırakacaktı.
Dar es Selam’ın renkli sokaklarından geçerken, modern binaların gölgesinde yaşayan yerel halkın günlük yaşamına tanık olduk. Şehrin kenarındaki mahallelerden konferans salonlarına uzanan yolculuğumuzda, insanlığın ortak hikâyesinin farklı sayfalarını keşfettik.
Konferans salonunda karşılaştığımız manzara unutulmazdı: Rengârenk geleneksel kıyafetleriyle oturan sağlık çalışanları, toplum liderleri ve meraklı gözlerle bizi izleyen genç öğrenciler… Çoğu için “stres” kelimesi yabancıydı, ama anlattıkça başlarını sallayarak onaylıyor, kendi dillerinde buna verdikleri isimleri paylaşıyorlardı.
Bir öğle arası, yerel bir kafede yaşlı bir şifacıyla sohbet etme şansım oldu. “Bizim dilimizde strese ‘ruhun susuzluğu’ deriz,” dedi gülümseyerek. “Tıpkı toprağın yağmura ihtiyaç duyması gibi, ruh da huzura susamıştır.” Bu basit ama derin benzetme, stresi anlama şeklimi kökten değiştirdi.
Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’ni yerel gerçeklikle harmanlayınca, yeni bir anlayış ortaya çıktı. Temiz suya ulaşmak için kilometrelerce yürüyen insanların yaşadığı stres, lüks ofisinde toplantı yetiştirmeye çalışan bir yöneticinin stresiyle aynı piramidin farklı katmanlarında dans ediyordu. Her ikisi de gerçek, her ikisi de yönetilmeyi bekleyen yaşam deneyimleriydi.
Akşamları otelimin balkonundan Afrika göğünü seyrederken, günün notlarını tutardım. Bir akşam fark ettim ki, stres modern yaşamın bir hastalığı değil, insanlığın varoluşsal bir gerçeğiydi. Ancak her kültür, bu gerçekle başa çıkmak için kendi bilgeliğini geliştirmişti. Tanzanyalıların topluluk dayanışması, müzikle kurdukları güçlü bağ ve doğayla uyumlu yaşam biçimleri, stres yönetiminde Batı’nın keşfetmeye başladığı mindfulness uygulamalarından çok daha eskiye dayanan çözümlerdi.
Son gün, konferans salonundan çıkarken genç bir doktor yanıma yaklaştı: “Bize stresi anlatmaya geldiniz, ama biz size hayatı hatırlattık, değil mi?” dedi içten bir gülümsemeyle. Haklıydı. Tanzanya bana sadece stresi değil, insanlığın ortak kaderini, umutlarını ve direncini öğretti.
Bugün, İstanbul’daki ofimde danışanlarımla çalışırken, sık sık o günlere dönüyorum. Stresin evrensel dilini çözmeye çalışırken, Afrika’nın kalbinden öğrendiğim dersleri paylaşıyorum: Bazen en büyük şifa, en basit gerçeklerde gizlidir.
Sevgi ve umutla, Merve
Not: Yazımın sonuna doğru fark ettim ki, stres sadece yönetilmesi gereken bir düşman değil, bizi hayatın özüne bağlayan bir rehber olabilir. Yeter ki onunla dans etmeyi öğrenelim.